Güney Kore’li ünlü yönetmen Chan Wook Park’ın İngilizce çektiği ilk filmi Stoker, hem bu özelliğiyle hem de senaryosunun Prison Break‘ten tanıdığımız Wenthworth Miller’a ait olmasıyla henüz vizyona girmeden sinemaseverler için bir merak unsuru olmuştu. Nicole Kidman, Mia Wasikowska ve Matthew Goode’nin başrollerini paylaştığı filmi Miller Bram Stoker’s Dracula‘dan esinlenerek yazmış.
India içine kapanık, duyma ve görme yetileri ileri derecede gelişmiş, esrarengiz biridir. Genelde zamanını babasıyla birlikte avlara çıkarak geçirir, insanların kendisine dokunmasından hoşlanmaz, annesiyle arasında hep görünmez bir duvar vardır. 18 yaşını doldurduğunda babasının ölüm haberini alır India ve bir anda hayatı alt üst olur, daha önce varlığından bile habersiz olduğu amcası Charlie ansızın çıkagelir ve eve yerleşir. Ölümün kasvetinin henüz dağılmadığı büyük evlerinde artık India, annesi ve amcası Charlie beraber yaşayacaklardır. Babasının ölümünün sır perdesini aralamak isteyen India, bu arayışta kendini de tanımaya başlayacaktır.
India’nın kendini tanıma macerasını takip etmek, Park’ın eşsiz anlatımıyla ve kamera arkasındaki kaliteli işçilikle büyük bir seyir zevki veriyor izleyiciye. Yönetmen, kendine özgü anlatım teknikleriyle her saniyeye gerilim ve farklı bir bakış açısı katarak bir yönetmenin tek başına filme nasıl etki edeceğini kanıtlıyor böylece.
Film hikayenin yüzeyselliğine oranla çok zengin bir metafor yığını sunuyor izleyiciye. India’nın ergenlikten olgunluk dönemine geçişi sırasında karakterin spor ayakkabıdan topuklu ayakkabıya geçişi, mükemmel avın nasıl olması ile ilgili teoriler, içi doldurulmuş hayvanlar, bahçe düzenlemeleri, saç taranması derken Stoker sürekli bilinçaltına hikayeyi işliyor ve zenginleştiriyor. Sinematografinin de bu konuda filmi zenginleştirme açısından başarılı olduğunu söylemek gerek. Ama Chan Wook Park’ın filmografisine baktığımızda elbette ki sinemaseverler olarak biraz daha fazlasını isteme hakkına sahibiz, çünkü Stoker’ın hikayesi bir yerde filmi kısıtlıyor ve Park’ın oluşturduğu harika sahneler bir araya gelip filmin genelini gördüğümüzde “İşte bu!” değil de, “Bu mu?” diyoruz.
Wenthworth Miller başarılı ve kurallı bir senaryoya imza atmış Stoker’da, ancak hikayenin sıradanlığı, tahmin edilebilirliği ve fazla da genişleyememesi filmin de bir yerden sonra tıkanmasına sebep olmuş. Filmin en önemli mesajlarından biri insanın kendini tanıması üzerine, bunu da daha sonraları genetik bir olguya bağlayınca izleyicinin zihninde somut bir fikir oluşmuyor, bazı eylemler nedenleriyle birlikte verilmiyor, hikaye nasıl o yönde ilerliyor belirtilmiyor, seyirci de ister istemez bir noktadan sonra başta kurulan gerilimli atmosferden uzaklaşıyor ve deyim yerindeyse vitesi boşa alıyor.
Stoker, yönetmenin kurduğu özenli sahneler için izlenir ama Park filmografisinde filmin aşağılarda bir yerde olduğunu da belirtmem gerekir. Park rejisinin farkı, görüntü yönetmenliği ve soundtrack filmin artılarından. Kısır hikayenin üzerine ekleyebileceğimiz vasat oyunculuk da filmin diğer handikapı.
Chan Wook Park’ın ülkesinde film çekmeye devam etmesi dileğiyle.