Festivallerin ünlü yönetmeni Gus Van Sant’ın Matt Damon ile ortak yürüttüğü bu projesi, Amerika’da doğalgaz tesisi kurmak için el değmemiş topraklar arayan iki satış sorumlusunun kırsal bir kasabada geçen hikayesini anlatıyor. Bu filmin dikkate değer en önemli özelliği Matt Damon ve John Krasinski’nin Dave Eggers’in hikayesinden yola çıkarak yazdıkları senaryosu. Çünkü Promised Land belki de bu yüzyılın en büyük sorunlarından birini oluşturacak hidrolik kırılma ile doğalgaz çıkarma hakkında bazı tespitlerde bulunmakta. Film hakkında yoruma geçmeden önce filmin dikkat etmemizi istediği gerçeklerden bahsetmek daha yararlı olacaktır.
Doğalgaz ilk başlarda yerkürenin dibindeki büyük rezervlerden çıkartılarak üretimi yapılan bir enerji kaynağıyken hem doğal kaynakların tükeneceği korkusuyla hem de büyük ülkelerin dışa bağımlılığının artmaması için şimdilerde yeni yöntemlerle üretimi sağlanmakta. Özellikle Amerika ve İngiltere gibi ülkelerde hidrolik kırılma (fracking) denilen yöntemle yerin 1-6 km derinine basınçlı su, çamur ve kimyasal maddeler pompalanarak yerin dibinde açılan oyuklardan gaz zerrecikleri oluşturulup doğal gaz çıkartılıyor. Bu sistem henüz çok yeni olmakla birlikte pompalanan kimyasal maddelerin ne olduğu doğal gaz şirketleri tarafından açıklanmamakta ve bu yöntemin yan etkilerinin ne olacağı henüz tam olarak bilinmemekte ya da göz ardı edilmekte. Çevreciler ise bu sistemin yer altı sularını kirlettiğini ve toprağı verimsizleştirdiğini, yıllar sonra bu sistem nedeniyle çok büyük sorunların meydana geleceğini belirtmekte.
Promised Land, büyük bir doğalgaz şirketinin bu sistemi uygulayabilecekleri bir kasabaya iki satış temsilcisi göndermesini ve satış temsilcilerinin ekonomik kriz geçiren kasaba sakinlerini ikna etmesini hikayenin odak noktasında tutuyor.
Ana karakter Steve Butler (Matt Damon), kasaba ortamında yetişen, daha sonradan kapitalist dünyanın ortasına düşen biri. Artık kasaba hayatının kalmadığını, toprağın karşılığında şirketin vereceği trilyonların daha değerli olduğunu kasaba sakinlerine anlatarak onları ikna etmeye çalışıyor ama karşısında çok dişli bir anti-karakter var; o da çevreci Dustin Noble (John Krasinski). İki taraf film boyunca çekişirken kasabalı gibi biz de karar vermeye çalışıyoruz; bütün hayallerini gerçekleştirebileceğin kadar çok para karşılığında yıllardır sana ait olan toprağı satar mısın, üstelik o toprak uygulanan sistem sonucunda verimliliğini tamamen kaybedecekse? Aslında sorulması gereken soru çok başka; toprağın can değeri diye bir şey var mı? Verimli toprağın paha biçilemez olduğu ve hiçbir ücretin bu değerle örtüşemeyeceği Promised Land’in vurgulamak istediği en önemli değer.
Çevreci bir konu olduğu ve insanlara daha kolay empoze edilmesini sağlamak amaçlandığı için olsa gerek Gus Van Sant eski filmlerine nazaran Promised Land’de daha hazmı kolay yalın bir yönetmenlik sergilemekte. Yönetmenin Elephant, Gerry ve Paranoid Park filmlerine nazaran okunması daha kolay olan film, izleyicilere büyük şirketlere karşı çevreyi korumanın gerekliliğinden bahsetmekte.