Elephant (2003): Ne de Olsa Gençler, Kanları Kaynıyor Tabii

ElephantAlkolik babasının arkasını toplayan John, hayatı ve insanları fotoğraflarına kaydeden Elias, aşık çift Nathan ve Carrie, vücudundan utanan asosyal Michelle, bulimiyalı kız grubu Brittany, Jordan ve Nicole, şiddeti bilgisayar oyunlarından ve internetten öğrenen Eric ve A Clockwork Orange’ın Alex’iyle büyük benzerlikler taşıyan cani piyanist Alex. Bu gençler gerçek değiller ama hepsinin benzerlerine okul hayatımız boyunca, hepimiz mutlaka rastladık. İşte bu yüzden, Elephant’ın gerçeklik hissi çok güçlü. Filmdeki karakterlerin hepsi çok yalın biçimde ve zekice kurgulanmış, sonuçta da ortaya adeta elle tutulacak kadar gerçek karakterler ve gerçek bir hikaye çıkmış. Bunda tabii ki, senaryonun yaşanmış bir olay üzerine kurulmuş olmasının da payı büyük.

Gus van Sant gençlerin sorunlarına odaklanan filmler yapmayı seven bir yönetmen ve açıkçası bunu çok da iyi yapıyor. Fakat, muhtemelen Elephant bu filmlerin arasında en iyisi. Bir olayı farklı karakterlerin gözünden Jackie Brown tarzı tekrar tekrar anlatarak konuyu tüm boyutlarıyla seyirciye sunan ve aşırı dozda şiddeti bile çok naif bir dille anlatan bir film Elephant. Bu haliyle bile yönetmen çok olgun bir üslup yakalamışken, buna bir de müziğin etkisi, birazdan bahsedeceğim sinematografik yaklaşım ve özellikle iki sahnede yer verilen, fark edilemeyecek kadar çok kısa ama fark edildiğinde çok etkileyici olan slow motion çekimler eklenince Gus van Sant’ın ergenliğin acımasız, dengesiz ve depresif dünyası içinde bile çok şiirsel bir atmosfer oluşturduğunu kabul etmemek imkansız.

Elephant

Gerry ve Last Days ile birlikte Ölüm Üçlemesi’ni oluşturan Elephant’ın sinematografik olarak en vurucu özelliği uzun planlarda bolca kullandığı tracking hareketi. Olay hangi karakterin bakış açısından anlatılıyorsa, kamera o karakteri takip ediyor ve böylece film, seyirciyi karakterin hayatına doğrudan dahil ederek karakterlerin hayatlarını her açıdan gözlemlemesini ve bu gençleri gerçekten tanımasını sağlıyor. Film boyunca bu gençlerle birlikte yürüyoruz, onlar ne yaparlarsa yanlarında durup seyrediyoruz, arkadaşlarıyla tanışıyoruz, yani günlük hayatlarını tüm boyutlarıyla görüyoruz ve açılış ve kapanış planlarında görselleştirildiği üzere bu gençlerin bir anda aydınlıktan karanlığa nasıl düşebildiklerine birinci elden şahit oluyoruz.

Bu tracking hareketi bir yandan filmin güçlü anlatımının en önemli parçası olsa da, diğer yandan fazla yorucu olmuş ve bir noktadan sonra filmi takip etmeyi zorlaştırmış. Sürekli hareket eden, olduğu yerde 360 derece dönen, yerinden kımıldamasa bile en azından sağa sola pan yapan bir kamerayı film boyunca takip etmek bazı seyircilerde mide bulantısına bile yol açabilir. Benden söylemesi, kendine güvenmeyen seyretmesin.

Elephant

Elephant ismi de İngilizce bir deyimden geliyor. Gençlerin sorunlarının aslında ne kadar aşikar olduğunu ama görmezden gelindiğini, bir odanın içinde duran ama kimsenin fark etmediği bir file benzetiyor yönetmen. Türkiye’de örneklerine rastlamasak da, kimi zaman Amerika’dan gelen haberlerle uzaktan da olsa şahit olduğumuz okul katliamlarının özelinde genç neslin yaşadıklarını ve ergenlik sorunlarını kendine dert edinen Altın Palmiyeli Elephant, 1. dünyada Y kuşağının oldukça doğru bir tarifini sunuyor. Eğer aynı kuşağın 3. dünyada yaşayanlarını görmek isterseniz de City of God‘ı seyredebilirsiniz.

Herkese iyi seyirler.

Advertisement

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s