Katil balina Tilikum’un 2010 yılında Dawn Brancheau adındaki profesyonel eğitmeni öldürmesinden yola çıkarak, katil balinaların su parklarındaki esareti ve sadece parayı kıstas alan acımasız düzenin hikayesini anlatan ‘Blackfish/Karabalık’, aynı zamanda katil balinaların eski dönemden kalma lakabı. En güncel olay olarak 2010 yılındaki kaza anlık bir ihmalin sonucu oluşan bir vaka mı yoksa bu olayın özünde başka bir sorunun mu olduğu yönetmenin art arda sorduğu sorularla açıklanmaya çalışılıyor. Bu canlı türüne ‘katil balina’ diyerek insanoğlunun iki yüzlülüğünü göz önüne sermesi bir yana, genel olarak hikayeye baktığımızda Dawn Brancheau vakası pek çok kümenin iç içe geçtiği ve en büyük kümede kapitalist düzenin keyif sürdüğü çürümüş bir sistem söz konusu. Ancak ‘Blackfish’ bu sistemin farkında olan ama tam olarak sistemin görmez-duymaz-bilmek istemez küçük parçalarını tam olarak seyircinin yüzüne vurmakta başarılı olmayan bir film. Yönetmen Gabriela Cowperthwaite bu gösteri çılgınlığına kayıtsız kalan tüm insanlık adına Tilikum’un hikayesiyle günah çıkarmak istiyor ancak çözüm konusunda bir belgesel olarak yetersiz. Zira filmi izlerken bu ekipte yer alan herkesin birer aktivist gibi daha sonra konunun üzerine düşmesi beklenirken, ortaya sadece ‘Böyle kötü bir düzen var ve bu düzenin kurbanı hem balinalar hem de insanlar’ diyen, çaresiz kalmış bir grup insanın röportajı çıkıyor.
İlk olarak eğitmen Brancheau’ya yapılan saldırı sonrasına ait telefon kayıtlarını dinliyoruz, ardından katil balina Tilikum’la tanışıyor ve onun yıllar önce yakalanma hikayesini izliyoruz. Parçası olduğu topluluktan koparılan Tilikum henüz yavruyken yakalanıyor ve düşük bütçeli bir su parkında gösterilerde kullanılıyor. Ardından orada yaşanan bir dizi kaza sonucu Tilikum daha büyük bütçeli, teknolojik açıdan daha çok imkanı olan bir başka su parkına transfer oluyor ve orada da belirli aralıklarla aynı sorunlarla karşılaşılıyor. Ancak belirsiz hareketler gösteren ve insanlara saldırılarda bulunan tek balina Tilikum değil, diğer balinaların da benzer davranışlar gösterdiği ve genel olarak katil balinaların insanlarla yakın temasta olmasının tehlikeli olduğu ortaya çıkıyor. Bu tehlikenin kaynağı eski batıl inançlardan gelme balinaların öldürücü canlılar olmasından dolayı değil, onların doğal koşullarından ayrılıp ödül/ceza yöntemiyle yemek yemelerine ve karanlık, küçük barakalarda yaşamak zorunda olmalarından dolayı. Bu ve bunun gibi ek bilgiler filmde balinaların su parklarındaki yaşam koşulları ile ilgili pek çok öğretici kaynak sağlıyor, hatta balinaların beyin emar sonuçları bile seyircilere detaylı bir şekilde gösteriliyor. Henüz ‘Suçlu kim?’ sorusu sorulmadan var olan ve bir türlü değiştirilmeyen ‘gösteri zulmünün’ detayları anlatılırken, seyirci olarak ne yazık ki yanlış yönlendirmelerle karşılaşıyoruz. Öyle ki insanoğlunun ne yazık ki balinaları hapsedip onlara eziyet çektirip daha sonra takla atmasından keyif almaması için sanki o balinaların emar sonuçlarına ihtiyaç varmış gibi bir durum söz konusu. Balinalar duygusal hayvanlar, insanlara en yakın canlılar, hapsedilmeyi sevmiyorlar gibi klasikleşmiş bilimsel yorumlar benim için onları hapsetmek kadar yanlış bir tutum. İnsanoğlu balinaların özgürlüğü için onlarla illa ki empati kurması gerektiğine inanacak kadar kendini ‘yaratıcı’ pozisyonuna sokan bir tür ve sanki balinalar duyguları olan canlılar olmasa hapsedilmeleri o kadar da yanlış olmaz gibi bir davranış mevcut. Neticede filmin özünde ‘Canlılar her ne olursa olsun doğal ortamlarından koparılmamalıdır.’ diyemediği için ‘Blackfish’ bu yönüyle biraz eksik kalıyor.
‘Blackfish’ filminin dikkate değer en önemli kısmı ise küçük kümede (Brancheau vakası) seyircinin dikkatini çekerek, ardından balinaların yakalanış hikayesi ve eğitmenlerin kişisel maceraları ile ilgiyi üzerinde arttırarak toplayıp sahip olduğu konunun kümesini genişleterek en sonunda su parkı sahiplerinin kapitalist düzenin kötü oyuncuları olarak lanse etmesini ve bu para akışının ne olursa olsun bozulmaması için bin bir türlü hilenin yapıldığını göstermesi. Doğal ortamlarında yüz yıl yaşayabilen balinaların su parklarında 30-40 sene arası yaşamasından yola çıkarak parka gelen ziyaretçilere balinaların doğal ortamlarda 25-30 sene yaşadığı yalanını söyleyen görevliler, ölüm vakalarının her birinin üzerine ustalıkla örten ve yalan söylemekten bir an bile çekinmeyen yöneticiler, insan canını hiçe sayarken balinaların etinden kemiğinden, spermine kadar ne varsa yararlanan paragözler… saymakla bitmeyecek kötü karakter var filmde ve hepsi gerçek! Gerçek hayat filmlerdeki gibi olmuyor ve bu sefer katil balina filmdeki en masum canlı. Geniş bir perspektiften neredeyse konuyla muhattap herkesle iletişime geçerek objektifliğini koruyan film ekibinin röportaj isteğine olumsuz yanıt veren tek kişi/kurum ise Seaworld şirketi/çalışanları. Ancak bu noktada filmin bilinçli olmadan ortaya çıkardığı bir acı gerçek daha var ki o da aslında sadece şirket sahiplerinin ya da onları savunan avukatların değil herkesin bu suçta, işkencede, ölümlerde payı olduğu. Örneğin film boyunca konuşmalarıyla hikayenin bel kemiğini oluşturan eski balina eğiticileri iki cümlede bir ‘Bilmiyorduk, söylememişlerdi, çok üzülüyordum’ deseler de bu saflıkları normal değil ve beni tam olarak tatmin etmedi. Klasik Amerikan mantığı herkes üzülüyor, herkes ‘Kötü biri var bütün bu olanlar onun işi’ diyor ancak düzenin bir parçası olarak yoluna devam ediyor. O kadar ölüm vakası olmasına rağmen insanlar hala bu gösterilere gidebiliyorsa, hala bu balinalara eğitmenlik yapan ve bunu balinanın iyiliği için yaptığını iddia eden bir mantık para üzerine kurulmuş sistemi besleyen en büyük güç. Bu noktada filmin günah çıkaran naif Amerikalı karakterinden sıyrılıp harekete geçmesini, düzenin parçalarını bozguna uğratmasını bekleseniz de film sadece çaresiz bir şekilde hikayeyi anlatıyor ve seyirciyi pasif direnişe çağırıyor. Nitekim internette bu filmden sonra Seaworld şirketine karşın ciddi bir kampanya başlatılmış durumda ancak bu tarz paragöz şirketleri birkaç imzayla balina avcılığından caydırmak neredeyse imkansız. 2011 yılına ait “If A Tree Falls: A Story of the Earth Liberation” filminin bir başka versiyonunu bu filmde görmek için can attım çünkü o filmde her ne kadar Amerikan yasalarına göre suç sayılsa da doğayı katleden şirketlere karşı ciddi yıpratıcı saldırılar yapılmaktaydı. Bu filmin sonunda ise sadece yapay bir empati ile bu suçun işlenmesine tanık olan bir başka kişi olduğumu hissettim.
Sonuç olarak filmin değindiği su hapishaneleri sorunu önemli bir konu ve hem ülkemizde hem dünyada bilinçsizliğin ve para gözlülüğün ortaya çıkardığı bu düzenin sona ermesi gerekmekte. Teknik olarak baktığımda ise film kendisini konusu itibariyle izletiyor ve konuyu geniş hatlarıyla incelemesi açıdan başarılı, ancak konu hakkında daha sert yorumlamalar ve çözüm önerileri getirilebilirdi.