Devil’s Knot (2014): Seri Üretim Suç Filmi

devils-knot 1993 yılında Arkansas’ın küçük bir kasabasında üç erkek çocuğun öldürülmesi ve sonrasında yaşananları konu alan Atom Egoyan imzalı film, Reese Witherspoon ve Colin Firth gibi ünlü oyunculara ve ilgi çekici, günümüze kadar etkisi süregelmiş güçlü bir hikayeye sahip. Üç çocuğun cesetlerinin bulunmasından sonra kasaba halkı, polis teşkilatı ve basın üçlüsü cadı avına çıkıp buldukları ilk şüphelileri cezalandırma yoluna giderler ancak bu avın gerçekleşmesine engel olmak isteyen dedektif Ron Lax olayın arka planında gizlenen kanıtların peşine düşer ve davanın suçlusu belli kolay bir dava olmaması gerektiği ortaya çıkar.

Ortadan kaybolan masum kurbanlar ve suçlu oldukları iddia edilen insanların yargılanma sürecini anlatan milyon tane film izleyen seyirci
için her ne kadar anlatılan hikaye gerçek olaylardan yola çıkarak oluşturulmuşsa da sıkıcı ve tanıdık gelebiliyor. Çocukların girilmez yazılı tabelayı aşıp ormanın derinliğine gitmeleri, daha sonra polislerin detaya inmeyen standart araştırmaları sonucu suçluların bulunması, onların yargılanma sürecindi dişli avukatların/dedektiflerin mücadeleleri, dedektiflerin aynı zamanda özel hayatlarında da sorunları olması ve benzeri öğeleri suç filmlerinde bol bol görüyoruz. Atom Egoyan neredeyse sıfır yaratıcılık ve özgün anlatım dan uzak tekdüzelikle hikayeyi anlatınca da bu bilindik hikayeyi izlerken boşa geçen iki saatlik bir dilimin içinde olduğumu hissettim. Kasaba insanının göründüğünden farklı bir ‘ortaklığa’ sahip olma ihtimali ve illegal yollardan kurban etme eğilimlerini bu sefer de kendilerini aklama yolunda gösterdiklerini filme çekme çabası kağıt üzerinde ilgiye değer gözükse de beyazperde de izlendiğinde çokta şaşırtıcı gelmiyor. Evet, filmin sahip olduğu en büyük sürpriz suçlu diye yakalanan kişilerin aslında suçlu olmaması ve kasaba halkının gerçek suçluyu ya da suçluları saklıyor oluşu ancak bu gerçek filmin sonunda ortaya çıksa dahi ilk dakikalardan itibaren bu seyirci tarafından tahmin edilebilen, basit bir kandırmaca. Hatta ilk sahnelerde gözüken yaralı olarak bir restorana saklanıp daha sonra ortadan kaybolan siyahi yabancı bütün film gizemini koruyup daha sonra kasaba halkıyla ilişkilendirilip ortaya bir komplo teorisi atılsa da, filmin göstermek istediği ‘cadı avı’ kabak gibi ortada. Belki de yönetmen henüz açığa çıkarılmamış bu dava ile ilgili gerçeğin aslında nasıl da ortada olduğunu göstermek isteyen bir film yapmak istediği için bu kadar sürprizden uzak sahneler tercih etmiş olabilir, ancak sonuçta seyirci olarak esinlenilen gerçek hikayeden bağımsız bir şekilde film değerlendiriliyor ve bu değerlendirmede filmin başarılı olduğu söylenemez. Yabancı kanallarda yirmi dört saat boyunca televizyon işi kurgu ile bu tarz ‘araştırma-soruşturma’ programlarını izlemek mümkün, filmin böyle bir belgesel havası olsa daha etkileyici olacağı muhakkak ancak drama türüne göre adapte edildiğinde hikaye daha önce defalarca işlenmiş bir konunun yeniden anlatılmasından başka bir tat vermiyor.

DevilsKnot

Filmin tek boyutlu sıkıcı anlatımının haricinde iki büyük sorunu daha var ki, hepsi bir araya geldiğinde geriye önemli başka bir şey kalmıyor zaten. Senaryo yazılabilecek en klişe senaryo olduğu halde eksiklerle ve gereksiz ayrıntılarla dolu. Sanki daha önceki benzer filmlerden birer sahneler koparılıp bu hikayeye aktarılmış gibi. En göze batan eksiklik (fazlalık) dedektif rolünde Ron Lax’ın gereksiz yere filmde yer işgal ediyor oluşu. Öyle bir karakter çizilmiş ki, her sahnede sert bakışlarıyla yer ediniyor ancak filmde bütün delillere kolaylıkla ulaşmak dışında ne işe yaradığı belirsiz. Bu kadar sahne önünde aktif gösterilip pasif bir rol içeren başka bir karakter izlememişimdir herhalde, bol bol Colin Firth’in sessizce etrafta dolaşmasını izliyoruz bu açıdan hayranları sevinebilir. Ayrıca karakterlerin B sınıfı filmlerden kalma kalıplaşmış basit cümlelerle birbirleriyle iletişime geçmeleri ise filmin bir başka izlemesi zor yanlarından biri. İkinci büyük sorun ise filmin kurgusu. Birbirinden kopuk pek çok sahne iç içe geçiyor ve film ne ilk dakikalarda sahip olduğu gerilimi, ne de çocuklarını kaybeden ailelerin yaşadığı dramı tam olarak seyirciye aktarabiliyor. Ciddi olarak filmin izlenirliğini zedeleyen baştan savma bir kurgu çalışması duruyor karşımızda.

Geçen sene Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde yayınlanan film, genel olarak eleştirmenlerce de geçer not almadı ve festivallerden olumsuz eleştirmenlerle döndü. Sonuç olarak fikir bazında bu tarz bir gerçek hayat hikayesinin tutacağı düşünülmüş olabilir ancak hikayenin kendisi ne kadar ilgi çekici olsa da bu hikayeyi sunuş tekniği ve karakterlerin derinine inilememesi filmi katlanılması zor bir iki saat haline getiriyor.

Advertisement

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s