İstanbullu sinemaseverlerin en sevdiği ay Nisan ayı geldi çattı. Her sene olduğu gibi festivali müjdeleyen Mart ayında kalemimizi kağıdımızı hazırladık, festivalin dopdolu programından zamanımıza ve beğenimize uygun filmleri seçmeye başladık ve yine daha önceki yıllardan alışık olduğumuz maratonun bir sonraki aşaması olan biletlerin satışa çıkacağı gün, yani 22 Mart tarihinde bir cumartesi sabahı erkenden kalkıp bilet telaşı yaşanacak. Tabii bu durumu Lale Kartlılar için söylemiyorum çünkü Lale Kartlılar için bilet satışları birkaç gün öncesinden başlıyor. Yani kart sahibi olanlar izlemek istedikleri filmlere bilet aldıktan sonra geriye kalan boş koltuklara bilet alabiliyoruz. Bu da her sene festivalin favori ve popüler filmlerinin henüz genel satışa çıkamadan biletlerinin bitmesi anlamına geliyor. Diğer yandan favori ve popüler olarak nitelendirilebilecek filmler, zaten festivalden kısa bir süre sonra vizyona giriyor ve bu koşuşturmacanın da bir manası kalmamış oluyor. O yüzden Lale Kart’ı olmayan sinemaseverlerin izlemek istedikleri filmlere yer bulamayınca üzülmelerine gerek yok, zira bu tarz festivallerde işin asıl güzel yanı keşfedilmemiş filmleri keşfetmek ve dünya sinemasından aykırı örneklerin tadını çıkarmaktır. Ben de Lale Kart’ı olmayan bir sinemasever olarak benle aynı duyguları paylaşan festival izleyicilerine “Aman Laleler Duymasın” diyerek kişisel önerilerimi sıralıyorum.
Festivalin programı incelendiğinde gözden kaçmaması gereken en değerli filmlerden birinin usta yönetmen Tsai Ming Liang imzalı Jiao You olduğunu söylemeliyim. Hem yönetmenin geçmiş filmleri, hem de gösterildiği festivallerden gelen yorumlara bakıldığında hipnotize edici güzellikte özenli sahnelere sahip bir toplumsal sorun filmiyle karşı karşıyayız. İki oğluyla birlikte sokaklarda yaşayan bir baba gündüzleri canlı reklam panosu olarak çalışmaktadır ve çocukları da günün çoğu vaktini babalarından ayrı bir şekilde, alışveriş merkezlerinden yemek artıkları toplayarak geçirmektedir. Aniden gelen esrarengiz bir kadın karakter ailenin daha da genişlemesine sebep olacak ve bu yardımcı kadın karakter aileyle ilgilenmeye başlayacaktır. Yönetmenin bu filmi, aynı yıl çekilen diğer filmi Xi You ile birlikte Mayınlı Bölge kısmında sizleri bekliyor.
2013 yılında Yunanistan’ın en çok ses getiren filmlerinden biri olan Miss Violence, Venedik Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülünü de kazanmış bir film. 11. doğumgününde gülümseyerek oturdukları binadan atlayarak intihar eden Angeliki’nin ve kızlarının ölümünü çabucak unutmayı tercih eden ailesinin hikayesini anlatan film konusu itibariyle ilgi çekici. Yunanistan’da son yıllarda yaşanan ekonomik krizin insanlar üzerindeki etkisine değinen bu tüyler ürpertici hikayeyi vizyonda görmek pek olası olmadığından, festivalde Jiao You gibi Mayınlı Bölge programında olan filmi izlemenizi öneririm.
Her festivale en az bir Hint filmi sıkıştıran sinemaseverlere önerim, programın Yeni Bir Bakış bölümünde yer alan Liar’s Dice filmi. Aslen oyuncu ve senarist olan Geetu Mohandas’ın ilk filmi olan yapımda, Gangs of Wasseypur ve Lunchbox filmlerinden tanıdığımız ünlü oyuncu Nawazuddin Siddiqui ön plana çıkıyor. Himalayalarda yaşayan başına buyruk bir Kamla’nın köyünü terk edip kocasını bulmak üzere kaçtığı sırada yolda bir asker kaçağı ile karşılaşmasını anlatan film, bir ilk film özelliği taşıdığından keşfedilmeye değer.
Ningen
Bu film öncelikle konusu ve görselliğiyle öne çıkıyor. Tilki ile Rakun’un insan kılığına girip insanların zenginliğini çalmaları üzerine bir Japon masalından yola çıkan film, bir şirket CEO’sunun şirketi iflastan kurtarmak namına karşılaştığı zorluklar ve baskı altında yaşadığı psikolojik savaşı anlatıyor. Ancak filmin benim için ilgi çeken tek yanı bu değil; filmin yönetmenleri ödüllü belgesellerin sahibi Çağla Zencirci ve Guillaume Giovanetti. Ankara doğumlu Türk yönetmen Çağla ile Fransız Guillaume’un bu ilginç filmine şans vermekte yarar var.
Özellikle “Aman Laleler Duymasın” dediğim bir film daha… Berlin Film Festivalinde en iyi film ödülünü aldıktan sonra dikkatleri üzerine çeken bu Çin filmi başarılı bir polisiye film olarak tanımlanıyor. Karla kaplı bir şehirde göğe kadar uzanan fabrikaların arasında sıkışıp kalmış iki polis memuru beş yıl önce çözemedikleri bir davaya benzer yeni cinayetlerin işlendiğini farkettiklerinde kendilerini bir anda beş yıl önceki olayların arasında bulurlar. Yurt dışındaki yorumlara baktığımızda kafa karıştırıcı ve özellikle sinefiller için altın madeni olan bir hikayesi olduğu söylenmekte. Ancak tek başına Berlin’de ipi göğüslemiş olması bile filmi izlememiz için önemli bir neden.
1990 yılında Abhazya’da savaşın gölgesinde tek dertleri mandalina ağaçları olan iki yaşlı Estonyalı adamın hikayesini izliyoruz Mandariinid filminde. Bu iki yaşlı adamın sakin ve yalnız hayatları, çatışmadan şans eseri sağ ama ağır yaralı kurtulan bir Gürcü ve bir Çeçen’i koruma altına almalarıyla bir anda değişir. Katıldığı festivallerden ödüllerle dönen, mütevazı bir film var karşımızda. Dramatik yapısı çok güçlü olan bu filmi mutlaka izlemenizi öneririm, küçük bütçeli bu minimalist film, uzun zamandır karşılaşmadığımız bir sadelik ve içtenlikle derdini anlatıyor ve ütopik gözüken evrensel barış mesajları aslında gerçekten başka bir şey değil.
Dast-Neveshtehaa Nemisoosand
İran’daki sansürü ve baskıyı anlatan filmlerin son örneklerinden olan bu film, 2013 yılı Cannes Belirli Bir Bakış bölümü Fipresci ödülünün de sahibi. İran’da bir aydın ve siyasi tutuklu olarak yattığı hapishanede anılarını gizlice kağıda aktaran yazar Kasra’nın hikayesini anlatan filmin yönetmeni de Kasra gibi hükümetin sert kılıcını ensesinde hissetmiş ve yurtdışına çıkışı yasaklanmış. Hatta film ekibinin can güvenliğini korumak adına isimlerinin açıklanmaması, filmin ne zor şartlarda çekildiğini daha açık bir şekilde gösteriyor.