Uzak İhtimal filmiyle tanıdığımız Mahmut Fazıl Coşkun, yeni filmi Yozgat Blues’da çıtayı yükselterek günümüz sinemasına farklı bir taşra yorumu getiriyor. Uzak İhtimal’le ilk sınavını aşan yönetmen, bir müezzin ile bir rahibenin farklı ilişki dünyalarını anlatmış ve farklı dinler arasında bu iki karakter üzerinden bir bağ kurmuştu. Yozgat Blues’da ise blues gibi yetmişli yılların dünyasında ünlenen bir müzik türüyle, ülkemizin taşrasını bir araya getirerek yine sıradışı bir ikilik yaratıyor. İnsanın görsel hafıza ve imgelemi içerisinde yan yana koyulamayacak bu iki farklı tema, yönetmenin sinemasının dilini zenginleştirmiş ve ikinci filmiyle başarı grafiğini oldukça yükseltmiş.
Filmin konusuna gelince; yetmişli yılların popüler şarkılarını söyleyen Yavuz artık kariyerinde bir çöküş eşiğine düşmüş ve bir alışveriş merkezinin zemin katında, küçük bir ses sistemi eşliğinde, düzensiz aralıklarla müşterilere şarkılar söylemektedir. Bunun yanı sıra bir belediyenin düzenlediği ücretsiz müzik kursunda katılımcılara müzik dersleri vermektedir. Neşe, Yavuz’un belediye kursundan öğrencisidir. Marketlerde sucuk standında müşterilere sucuk tanıtımı yapmaktadır. Yavuz, Yozgat’ta açılan bir gazinoda şarkı söylemesi için teklif alır. Neşe, Yavuz’a kendisinin de çalışmak istediğini söyleyip, birlikte gidebilmek için teklifte bulunur. Neşe ve Yavuz’un Yozgat’a uzanan yolculukları kendi hayatları içinde bir değişim getirecektir.
Taşra, özellikle anlatı-sanat filmi yapan yönetmenler için vazgeçilmez bir mekan olarak hala kullanılmaktadır. Nuri Bilge Ceylan’dan Semih Kaplanoğlu’na kadar birçok farklı yönetmen, seyircisine bambaşka taşralar ve hikayeler izlettiler. Şüphesiz sinemalarında birçok ortak noktalar da bulunmakta; yalnızlık, otoriteye-ataerkilliğe öfke, yaşam, ölüm gibi temalar üzerine düşünerek benzerlikler yakaladıkları da söylenebilir. Ancak Yozgat Blues daha önce görmediğimiz bir anlatım diliyle, yeni bir taşra anlatıyor. Hem cesur hem de düzenin devamını sağlayan bir bakışla yönetmen, Yozgat’ın sokaklarına blues müziğinin ezgilerini birer birer işliyor. Hüznü ve derin bir acıyı işleyen blues müziği ise Yavuz karakterinin de yaşamının bir metaforu haline geliyor. Her sahnede aynı şarkıyı söyleyen, aynı peruğu takan Yavuz’un tektipleşen yaşamı içerisinde, Yozgat’a giderken yanında olan Neşe ise onun kendi hayatının bir kurtuluşu, bir kaçışı oluyor. Yaşadığı İstanbul’da küçük bir bireyken, Yozgat’ta ilk kez kendini gerçekleştirdiğini hissettiğimiz Neşe, oradaki gerçekliğe alışarak insanlarla bağını güçlendiriyor. Özellikle bu noktada, berber Sabri ile radyocu Kamil’in hayatlarıyla tanışan Neşe’nin, onlarla kurduğu bağ, taşra yaşamıyla bütünleşmesinin de yolunu açıyor. Taşradaki kaderine razı olan ve hayallerini o küçük coğrafyalar üzerine kuran bu iki insanın yaşamı, Neşe’nin de bu coğrafya içerisinde kuracağı dünya ile bir devamlılık sağlıyor. Bu anlamda yönetmen, farklı hayaller içerisinde aynı coğrafyayı paylaşabilme dürtüsü üzerine, karakterlerin seçim yapmasını sağlıyor. Yavuz’un taşrayla kuramadığı bağ ise filmin finalinde karşılık buluyor. Yavuz’un söylediği müzik türü gibi yaşamı da Yozgat içerisinde, o coğrafyanın dışında ve yabancı kalıyor.
Yozgat Blues için mutlaka unutulmaması gereken bir nokta da oyuncu performanslarının üstünlüğü. Özellikle Ercan Kesal’ın her sahnede bir kez daha yüceldiği bir oyunculuğu var. Zaman zaman oyunculuk için “o karakter olmalısın, onun gibi düşünüp, onun gibi yaşamalısın” öğütlerinin karşılık bulacağı bir oyunculuk sergiliyor Ercan Kesal. Aynı şekilde Ayça Damgacı ve Tansu Biçer’in de kendi rolleri içerisinde çok ufak detaylara dahi bağlı kalarak karakterlerini çok iyi yansıttıklarını da unutmamak gerekir.
Mahmut Fazıl Coşkun’un ilk filmine göre, sinema dilini çok daha iyi kullandığı Yozgat Blues, her gittiği festivalden birçok ödül alarak yılın en iyi filmlerinden biri seçildi. Özellikle Altın Koza Film Festivali’nde en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi senaryo, en iyi erkek oyuncu, en iyi yardımcı erkek oyuncu ödüllerini kucaklaması, filmin başarısını taçlandırdı. Film için son sözlerimi sinema yazarlığında üstat saydığım Mehmet Açar’ın Yozgat Blues üzerine cümleleriyle bitirmek istiyorum. Ayrıca bu cümleler filmin de özeti nitelikte: “Herkesin istediğini elde etmek için mücadele ettiği bir dünyada, hep aynı şarkıyı söyleyerek ayakta kalmaya çalışan bir adamın çaresizliğini, buruk bir taşra dekorunda görselleştirilmesi gibi bir film…” [1]
[1] Açar, Mehmet (2013), “Yozgat’ta İnleyen Nağmeler”, Habertürk Gazetesi, 6 Aralık.