Savunma sporlarının temelini oluşturan Shaolin Kung Fu’dan doğan Kung Fu, başlı başına keşfedilmesi gereken apayrı bir dünya. Kung Fu savunma sanatının kümelerinden biri olan Wing-Chun dövüş sanatının en büyük ustalarından biri kabul edilen Yip Man, beyazperdede daha önceden de vücut bulmuş, Bruce Lee’nin ustası olarak bilinen biri. Yip Man’in 20. yüzyılın başlarında yaşadıklarını konu alan aksiyon ağırlıklı filmlerden farklı bir şekilde ele alınarak çekilen The Grandmaster, aslında tek bir ustanın, Yip Man’in değil; birkaç dövüş sanatı ustasının İkinci Çin-Japonya savaşı sırasındaki yaşadıklarını anlatıyor. Kung Fu savunma sporunun felsefesini anlatarak bu felsefenin üzerine kurulmaya çalışılan hikayede Yip Man üzerinden olayların gelişmesi filmin aksiyondan çok işin felsefesine yoğunlaşması açısından başarılı bir seçim, zira Wing Chun dövüş sanatı ağırlıklı olarak savunmayı temel alan, rakibi sakatlamaktan ya da rakibe ölümcül zarar vermekten kaçınan bir teknik içermekte. Kung Fu’da asıl hamlenin rakibin yapacağı hamleyi tahmin etmek olduğunu söyleyen ve doğa üstü bir yaklaşımla bu dövüş sanatının felsefesini ruhlarında barındıran Yip Man gibi ustaların hikayesini In the Mood for Love, 2046 ve My Blueberry Nights gibi filmleriyle tanıdığımız Wong Kar Wai’nin anlatıyor olması da filme daha izlemeden ayrı bir çekicilik katıyor. Kar Wai’nin ismi ortalama bir seyirci için bile olumlu çağrışımlar uyandırıyor. Diğer filmlerinden daha çok tanınan Amerika kökenli My Blueberry Nights ile stilini genel seyirciye tanıtan Çinli yönetmen, şiirsel anlatımıyla ve estetiği ön plana çıkaran çerçeveleriyle kendine has, günümüzün yaşayan eşsiz yönetmenlerinden biri. Özellikle 2046 filmi, keşfedilmesi gereken ve yönetmenin her yeni filminde şahsen bir kez daha andığım bir şaheser.
The Grandmaster filminin özet olarak konusunu bir izlemede anlatabilmek neredeyse imkansız. Dövüş sanatlarının popülaritesinin giderek arttığı 20. yüzyılın başlarında ailesinin yanında mütevazi bir hayat süren Yip Man’in Japonya’da öğrendiği tekniklerin farkına varan Usta Kung, Yip-Man’i varislerinden biri olarak belirlemek ister ve onu bir teste tabi tutar. Bu testten başarılı bir şekilde geçen Yip Man’in düşmanları ona verilen unvan sonrası artacaktır ve bu sırada gelişen Çin-Japonya savaşı, hem Kung Fu’nun gizli kalmış öğretilerini hem de Yip Man’in ailesini yok olma tehdidiyle karşı karşıya getirecektir.
Filmin savaşa kadarki kısmı Kung Fu öğretileriyle ve ustaların birbirleriyle olan sözlü-fiziki münakaşalarıyla geçerken, ikinci kısımda Kung Fu sanatının savaş sırasında lekelenmesi ve Yip Man’in bu savaşta ayakta durma mücadelesi olarak anlatılmakta. Zamanın diğer Kar Wai filmleri gibi belirli bir temeli olmadan bazen dağınık ilerlemesi, bazen büyük sıçrayışlarda bulunması ve daha sonra da iklim etkisiyle suyunu çeken bir deniz gibi bir iki adım geri gitmesi, takip edilmesi zor ama vurucu bir anlatı örneği oluşturmakta. Ancak yönetmenin anlatım tekniği olarak kabul ettiğimiz bu kurgusal gerçekdışılık, bir araya geldiğinde diğer filmlerindeki kadar bütünü oluşturamıyor, ki filmin en mühim kusurlarından birisi de bütünlüğün tam olarak sağlanamaması. Filmin yönetmen versiyonu muhakkak ki daha toplayıcı sahneler barındırıyordur ancak bu haliyle film Wong Kar Wai’nin diğer filmlerinde olan dağınık anlatımın yanında kendi içerisinde kopuk. Bu da seyirciye adapte olma sürecinde zarar veriyor ve filme tam olarak giriş sağlamak mümkün olmuyor.
1930’lu yılların Güney Çin’inde Foshan isimli eyalette geçen filmin o dönemleri yansıtmadaki başarısı muazzam. Tekrar tekrar izlendiğinde dahi seyirciyi sıkmayacak kartpostal güzelliğinde sahneler titizlikle çekilmiş ve tabi yönetmenin duvarın arkasında saklanıp gözetleyen kamerası yine iş başında. Film izlermiş gibi değil de, sanki olan biteni gizlice dikizliyormuş hissi veren yönetmenin renkleri dahi bir ressam gibi büyük bir yaratıcılıkla kullanması ve hikayesine serpmesi izleyenleri mest ediyor. Özellikle Yip Man’in fotoğraf çekimi için ailesiyle bir araya geldiği sahnede kullanılan renk geçişleri ve ardından mutlu aile tablosunun bir anda patlayıp savaşın başlaması hafızalardan silinmeyecek bir sahne meydana getirmiş.
Bu filmi ne kadar dövüş filmi olarak kabul etmek istemesem de filmdeki dövüş sahnelerinin, benzeri filmlerden hiç eksik kalır yanı yok; tam tersine dövüşen karakterlerin hareketlerinden, yüz mimiklerinden o esnada hissettikleri dövüş felsefesini biz de aynı anda kabul ediyoruz, ki bu da her dövüş filminde karşılaşmadığımız bir özellik. Ayrıca filmin dövüş terimine de farklı bir bakış açısı var; örneğin iki Kung Fu ustasından biri sigarasını uzatıp diğeri sigarayı yakmaya çalışırken karşılıklı birbirlerini hareketlerinden tartıp yeteneklerini değerlendirebiliyorlar ve bunu yönetmen gerçek çizgisinden kopmadan ustaca kotarılmış sahnelerle yansıtabiliyor.
Wong Kar Wai’nin diğer filmlerine göre biraz daha seyri zor bir film The Grandmaster ancak her sahne başlı başına bir sanat eseri ve Kung Fu sporuna farklı bir bakış açısı da kazanabilmek adına önemli felsefi içeriğe sahip. Felsefenin başlarda biraz fazlaca ön plana çıktığı düşünülebilir ancak filmin ilerleyen sahnelerinde Kung Fu’nun felsefesi Kung Fu savunmasını besleyen en temel güç olarak karşımıza çıkıyor.
Berlin Film Festivali’nin bu yılki açılış filmi olan The Grandmaster’in başrolünde Hong Konglu ünlü aktör Tony Leung var. yönetmenin daha önceki In the Mood of Love ve 2046 filmlerinde de oynayan ve daha pek çok başarılı filmde rol alan Tony Leung’a yine pek çok filmde karşısında gördüğümüz Zhang Ziyi eşlik ediyor.