Sofia Coppola Marie Antoinette ve Somewhere‘de olduğu gibi The Bling Ring filminde de tanıtımlarla önce umutlandırıp sonra hayal kırıklığı yaratıyor. Aslında bu filmle ilgili söylenecek tek şey bu. Lost in Translation ile ağzımıza bir parmak bal çalıp, acaba yeni bir Coppola efsanesi mi doğuyor diye sordurtan Sofia Coppola, ardından gelen filmlerle birlikte kendisine has bir tarzı olduğunu kanıtlasa da, bu tarzın çok da yetenek vaat eden bir yanı olmadığı açık. Asıl soru babası Francis Ford Coppola’dan aldığı destek ve Lost in Translation gibi kült bir filmden sonra değişik renk oyunlarıyla ve hikayeye uyum sağlayan canlı direktifleriyle bağımsız film sektöründe yeni bir soluk olacakmış hissi veren yönetmenin kredilerini ne zaman tüketeceği ve yönetmen olarak abartı bir kamuoyu itibarının var olduğunun ne zaman ortaya çıkacağı. Belki Amerika’da hem moda sektöründe hem sinema sektöründe ikon olmayı başarmış bir yönetmen Sofia Coppola, ancak orta derece bir Marie Antoinette biyografisinin ardından gelen sıradanlıktan kurtulamayan Somewhere ve en son The Bling Ring balonundan sonra, Coppola’nın ne zaman iyi bir sinemacı olmadığı ortaya çıkacak, ne zaman festivallerin aranılan ismi olmayacak, merakla beklemekteyim.
Ünlülerin evlerine girip hırsızlık yapan şöhret ve ün tutkunu gençlerin hayatlarına değinen The Bling Ring, filmin son on dakikasına kadar hikayeye giriş yapmaya çalışan amatör film izlenimi uyandırıyor. Gözleri markalardan ve paradan başka bir şey görmeyen aklı havada, sığ düşünceli genç karakterlerin hikayesini anlatırken karakterlerin sığlığı bir anlatım yolu olarak yönetmenin bilinçli yaptığı bir tercih mi, yoksa hikaye bir türlü derinleşemedi mi bilinmez fakat gerçek olaylardan esinlenilerek yazılmış bir kitabın film uyarlaması olarak pek çok sosyolojik açıdan incelenebilme olanağı olan bir konudan bu kadar yüzeysel bir film çıkarmak da başarı (!) sayılabilir. Üstelik seyirci olarak Coppola’nın sürekli hikayeye derinlik katmak için uğraştığına şahit oluyoruz ve her seferinde filme boyut katamamasına ve filmin tıkanıp başladığı yere geri dönmesine şahit oldukça seyircide oluşan konsantrasyon kaybı filmi daha da yokuş aşağı ediyor. “Marka düşkünü gençlerin ünlülerin evinde yaptığı hırsızlıklar” basit ve sığ bir cümle iken, “Gençlerin marka düşkünü olmasına sebebiyet veren etkenler ve onları hırsızlığa teşvik eden olaylar” geniş ve sinemada boyut kazandığında izlemesi keyif veren bir cümledir ama Sofia Coppola Somewhere’de olduğu gibi yine derin bir havuza atlayıp seyirciyi umutlandırırken, sonradan yüzme bilmediğini hatırlatarak izleyenleri hayal kırıklığına uğratıyor.
İzleyici tarafından Lost in Translation sonrası oluşan krediler Coppola adına artık tükenmeye başlamalı, belki o zaman yönetmenden biraz daha donanımlı filmler izlemeye başlayabiliriz. Yoksa The Bling Ring gibi vasatı aşamayan filmlerle Sofia Coppola göz boyamaya ve arkasındaki müthiş kulise güvenerek festivallerde boy göstermeye devam eder.