Susuz Yaz filmi, dönemin şartlarına ve zorluklarına rağmen yurt dışında ilk olarak Berlin Film Festivali’nde vizyona girip, büyük ödül Altın Ayı’yı kazanalı tam elli yıl olmuş. Bu ödül devamında başka uluslararası ödülleri de filme kazandırmıştır ve aynı zamanda Türk sineması için uluslararası anlamda alınan ilk ödüldür. Necati Cumalı’nın hikayesinden uyarlanan, Metin Erksan’ın yönetmenliğini yaptığı film başrolde üç oyuncunun; aynı zamanda filmin yapımcısı olan Ulvi Doğan, Erol Taş ve Hülya Koçyiğit’in arasında geçiyor.
Osman ile Hasan, bilek gücüyle tarlada çalışarak arazilerini genişletmiş iki kardeştir. Sahip oldukları tarlanın içinden akan su en büyük mal varlıklarıdır ve ağabey Osman mallarının daha çok artması için, daha fazla ürün almak için yaklaşan yaz mevsimiyle birlikte tarlasındaki suyu diğer köy insanlarına keseceğini söyler. Hasan bu fikirden rahatsız olsa da sesini çıkarmaz, onun aklı daha çok sevdiği kadında, Bahar’dadır. Ağabeyinin yardımıyla Bahar’ı kaçırıp evlenen Hasan, ağabeyinin zorbalıklarına karşı gelmez ve susuzluktan bitip tükenen köy sakinleri ayaklandığında işler iyice çığırından çıkar.
Susuz Yaz hikaye olarak daha çok Osman karakterinin yaptığı zorbalıklara odaklansa da, aslında filmde olayların daha kötü bir şekle dönüşmesinde baş karakter kardeşi Hasan. Zaten filmde köylülerden birinin söylediği gibi “Zalime boyun eğen adam da zalimdir” cümlesi üzerinde duruluyor ve zalimliğe ses çıkarmayan, “Ağabeyim olduğun için seni dinlemek zorundayım” ve benzeri bahanelerle köşeye çekilen ‘masumların’ başına ne geldiği anlatılıyor. Filmin genelinde pasif bir karakter imajı çizen Hasan, ağabeyi tarlaya baksın ürünlere zarar gelmesin düşüncesiyle onun yerine hapse girdiğinde aynanın öbür tarafından kendine bakmaya başlıyor ve eski halinin ne kadar silik olduğunu görüyor. Öyle ki Hasan karakterinin değişimini hapiste öldüğünün zannedilmesiyle anlıyoruz. Peki Osman gibi astığım astık, kestiğim kestik bir karakter aniden fikir üretip köyün suyunu keseceğini söylediğinde, neden Hasan sesini çıkarmıyor? Korku ya da çaresizlikten öte, bir menfaat durumu da söz konusu, sonuçta mallar onun da malı. Aynı menfaat durumunu Bahar karakterinde de ilerleyen sahnelerde görüyoruz, hatta köylülerin genelinde bu menfaat hali mevcut. Öyle ki filmin henüz ilk sahnelerinde suyun kesileceğini söylerken Osman, köylülere aynı durumda siz olsanız siz de öyle yapardınız dediğinde köylülerden hiçbiri yapmazdık diyemiyor ve konu değiştiriliyor. Bahar’ın annesi filmde iki kere gözüküyor; ilkinde kızını kaçıran Hasan’a tepki gösterirken, daha sonra Hasan’ın öldüğü düşünülürken malların Bahar’a geçtiğini söyleyen Osman’ı onaylıyor, baba evine geri dönmemesini istiyor. İşte bu küçük menfaat ilişkileri Osman gibi kült bir kötü karakterin küçük köyde imparatorluk kurmasına sebep oluyor ve ona karşı çıkan güçlü ya da cılız bütün sesler bir anda geri püskürtülüyor. Bu pasif durumun en büyük sebeplerinden biri menfaat ise diğeri de toplumun ruhuna sinmiş itaat kültürü. Hasan küçük kardeş olarak ‘ağam’ dediği Osman’a kölelik derecesinde itaat ediyor ve sadece hemfikir olmadığı durumlarda fikrini belirtiyor, öte yandan Hasan’ın yap dediğini kesinlikle yapıyor ve uzak durması gerekenden uzak duruyor. Neredeyse ikilinin tek akıl kullanarak yaşadığını söylemek bile mümkün. Aynı itaat Hasan ile Bahar arasında da mevcut; Bahar da Hasan’a sürekli olarak “Sen ne dersen o” minvalinde cümleler sarf ediyor ve sonuçta Osman-Hasan-Bahar ortak tek bir akıl kullanmaya başlıyorlar; o da açgözlülüğün, doyumsuzluğun, her şeye sahip olma arzusuyla yanıp tutuşan Osman’ın aklı.
Film görüntü yönetmenliği ve sinematografik yanlarıyla unutulmaz işlere imza atsa da bu özelliklerden bir adım önce anlatılacak olan şey Erol Taş ve oynadığı karakterdir. Çünkü Erol Taş performansıyla filmi sırtlamış, taşımış, kendisini hayran bıraktırmıştır. Oynadığı Osman karakteri Avrupa sineması incelendiğinde listelere üst sıralardan girecek derecede rahatsız edici bir karakterdir. Osman’ın akıllara kazanan orijinal ya da marjinal bir özelliği yoktur ki bence karakterin etkileyici olmasının en önemli yanı da burası. Sıradan bir insan olarak sadece arazisindeki suyu paylaşmak istemeyen bir adamdır Osman; hatta başka bir perspektiften bakınca o zamanın şartlarında haklı bile sayılabilir. Nitekim köylüler avukata başvurup suyun geri açılmasını sağladıktan sonra, Osman da avukata başvurur ve bu sefer hukuken onun haklı olduğu ortaya çıkar, suyu tekrar keser. Eğer hukuki bir zeminde baktığımızda o zamanki yasalara göre Osman haklıdır ancak iyiliğin ya da kötülüğün hukukla, yasalarla belirlenmeyeceği burada ortaya çıkar, Osman sıradan bir insanın sahip olacağı tarzda arzularını, vurdumduymazlığını, aç gözlülüğünü etrafındaki insanlardan beslenerek şişirir de şişirir ve bir canavara dönüşür. O canavar ki doymak bilmez ve ahlak kavramından uzaktır, toprağın suyuna göz koyduğu gibi, kardeşinin karısına da göz koyar.
Metin Erksan kusursuza yakın kadrajlarıyla filmin ilk yarım saatlik diliminde hikayede sade ve etkileyici bir anlatım yakalanıyor. İki kardeşi bazen birbirlerinin gölgesi, bazen yansıması gibi gösteren yönetmen, en etkileyici anları Bahar ile Osman arasındaki cinsel gerilimi yansıtırken oluşturmuş. Bazen Osman’ı bazen de Bahar’ı üstte tutan yönetmen, hikayeyi zenginleştirmek uğruna motiflerden de yararlanıyor. Özellikle korkuluk sahneleri yönetmenin sinemasını özetlemek için ideal sahnelerden, ayrıca Osman’ın süt sağarken bir anda ineğin memesinden süt emmeye başlaması ya da Bahar’ı yılan soktuktan sonra Osman’ın zehri çıkarmak için kadının bacağını ihtiraslı bir şekilde emmesi, arzunun kontrol edilemez safhaya geldiğini gösteren unutulmaz sahnelerdendi.
Kimse şans vermese de, hatta sansüre uğrayıp, yurt dışına çıkışı yasaklansa da, filmin yapımcısı Ulvi Doğan’ın pes etmeyip yurt dışına kaçak da olsa götürdüğü “Susuz Yaz”, hem hikayesiyle, hem yurt dışına gitme mücadelesiyle, hem de beklenmeyeni yapıp büyük ödülü kucaklamasıyla tam bir Türkiye profili çiziyor. Su mülkiyeti hem eskimeyen, hem de evrensel bir konu olarak başarılı bir şekilde anlatılmış, hatta insan izlerken eskiden hikaye anlatımı bu kadar güçlü isimler varken şimdilerde Türk sinemasının neden kısır anlatımlara sahip olduğunu kendine sormuyor değil. Öte yandan filmin en önemli zayıf noktası, gerçekçilik yakalamak uğruna bir köpeğin öldürülmesi ve köpeğin ölüsü üzerinden sahnenin devam ettirilmesi. Peşinden koşulan gerçekçilik çizgisini çoğu aksiyon sahnesinde terk eden yönetmenin bu tercihi filmin rahatsız edici tek yanı.