Aynı zamanda evli bir çift olan Peter Brosens ve Jessica Woodworth‘ün Khadak ve Altiplano‘dan sonraki üçüncü ortak çalışmaları La Cinquieme Saison, birbirinden bağımsız ama aynı zamanda bir üçleme olarak değerlendirilebilecek serinin son filmi. Mayınlı Bölge programı dahilinde 32. İstanbul Film Festivali‘nde üç gösterim yapan film, ‘Doğa, muhtaç olduğumuz bereketi bize vermese ne olurdu?” sorusundan yola çıkarak insan – doğa ilişkisini sorgularken, yönetmenlerin tüm iyi niyetlerine rağmen didaktik bir anlatımın ötesine geçebildiklerini söylemek maalesef mümkün değil.
Siyah ekran üzerine doğa sesleriyle yapılan açılış, daha ilk saniyelerinde filmin anlatı çerçevesini çiziyor ve böylece hızla filmin bakış açısını kavrayan seyirci için artık hikayeyi takip etmek çok daha kolaylaşıyor. Görüntü siyahtan açıldığında, karşımızda bir adam ve bir horoz vardır. İnsan ve doğa açıkça karşı karşıyadır. Ötmeyen horoza sözünü geçirmeye çalışan insan amacına ulaşamaz. Horoz, insanın sözünü dinlemez. Sinemasal anlatımda kırmızı rengin anlamı ve odada kırmızı rengin sadece horozun ibiğinde bulunması, bu tabloyla bir arada düşünülünce, filmde insan ve doğa arasındaki çatışma iyice yerli yerine oturmuş oluyor.
İşte böyle bir ortamda, Alice ve Thomas ergenliğin tedirginliğiyle iç içe çok zarif bir aşk yaşarlar. Hayatı ve aşkı, bu genç yaşlarında birlikte keşfederler. Ne zaman ki doğa insanlara gücünü göstermeye başlar, o zaman tüm köy halkı gibi onlar da bundan fazlasıyla etkilenir. Köye bahar gelmemiştir. İnsanların muhtaç olduğu bereketi, doğa onlara vermekten vazgeçmiştir artık. Doğadan daha güçlü olduğunu sanan insanoğluna, şimdi kimin güçlü olduğunu gösterme vaktidir. Arılar bal yapmaz, toprak ürün vermez, balıklar ölmeye başlar. Bu beşinci mevsimdir.
İnsanların arasındaki ilişkiler hızla bozulur. Köyde bariz bir düşmanlık havası oluşur. Hep birlikte hareket etmeyi önerenlere kötü gözle bakılır, çünkü ‘dayanışma geçicidir’. Artık herkes kendisini kurtarmanın peşindedir. Doğanın insana sırtını dönmesiyle, insanoğlunun tüm insani özellikleri kaybolmuştur. Alice ve Thomas’ın da aşkları çoktan bitmiştir. Alice fahişelik yapmaktadır artık. O zarif aşkın ardından, şimdi Alice’in bir kavanoz şeker karşılığında erkeklerle yatıyor olması, filmin doğrularını seyirciye dikte ederek anlatmasında son nokta. Hala ikna olmamış seyirci varsa, onları da en hassas yerlerinden yakalayarak kendi doğrularını bu şekilde kabul ettirebileceğini sanmak ve bunun için böyle ucuz numaralardan medet ummak La Cinquieme Saison’un izlenirliğini oldukça düşürmüş. Bununla yetinmeyip, Alice’in erkeklerle yattığı yerde eski sevgililerin yüzleştiği sahneyle iyice melodram havasını yakalayan film, bütünlüklü bir üslup yakalama şansını tamamıyla elden kaçırmış.
Oysaki maskeli cinayet sahnesindeki gibi bir dolaylı anlatım, filmin tamamına yayılabilmiş olsaydı Peter Brosens ve Jessica Woodworth çok daha iyi bir iş çıkarmış olurlardı. Bu sahnede, tüm günahlarını sırtına yükledikleri yabancıyı kurban ederken köylülerin taktıkları maskeler, cinayeti bir anlamda ‘yüz’süzleştiriyor. Yüzü olmayan insanlar sayesinde cinayet bireysellikten çıkmış oluyor ve böylece köylüler ilk kez topluca hareket edebiliyorlar. Sadece suç işlerken dayanışma içinde gördüğümüz köylülerin, maskelerinin yanı sıra cinayet yöntemi olarak yakmayı seçmeleri ve fonda klasik müziğin görüntüye eşlik etmesi de seyirciye doğrudan orta çağ Avrupa’sını anımsatmakta çok etkili. Doğayla arası bozulduktan sonra, zaten manevi olarak orta çağ insanından farkı kalmamış olan köy halkı, böylece görsel olarak da o zamanın insanlarıyla özdeşleştirilmiş oluyor, fakat ne yazık ki bu zekice anlatımı filmin genelinde göremiyoruz.
La Cinquieme Saison’un teknik yönü ise kusursuz denilebilir. Yönetmen çift, asimetrik kompozisyonlar, uzun çekimler, çok uzak planlar ve üst açının gücünü oldukça iyi kullanmış. Bunda tabii ki, görüntü yönetmeni Hans Bruch Jr.’ın da payı büyük. Kısacası, Türkçeye Beşinci Mevsim adıyla çevrilen film, her ne kadar parmağını seyircinin gözüne soka soka derdini anlatsa da, çıkış fikri ve görsel yönünün gücü ile Brosens – Woodworth çiftinin şimdiye kadarki en iyi filmi.
Herkese iyi seyirler.