Jane Campion’un Henry James’in aynı adlı romanından 1996 yılında uyarladığı filmin başrollerinde Nicole Kidman, John Malkovich, Barbara Hershey, Martin Donovan, Mary Louise Parker, Ch ristian Bale ve Viggo Mortessen rol alır. Yönetmen dünya çapında tanınmasını sağlayan Piyano’nun ardından Hollywood’la buluşur ve bunun ilk ürünü olan Bir Kadının Portresi’nde starların oynaması, atmosfer yaratımında kapalı mekânın daha çok kullanılması, başarılı bir oyunculuk dışında Masamdaki Melek’teki ya da Piyano’daki kanlı canlı karakter yaratımının yakalanamaması yönetmenin kendi kariyeri içinde düşüşe geçtiğini ya da özgünlük kaybı yaşadığını düşündürür. Yüz kırk dört dakikalık filmde yine bu filmi Jane Campion filmi havasına sokan kadın kahramanın olgunlaşması, toplumsal değerlerle barışamaması, renk ve müziğe ait detayların özenli kullanımı gibi unsurlar var. Bunlara rağmen gerek Piyano’nun ardından benzer dönemi anlatan daha zayıf bir film olması, gerekse yönetmenin ilk filmlerindeki uçarı, farklı havanın kaybolması Bir Kadının Portresi’nin auteurlik yolunda Campion’un hanesine artı puan yazılamamasına yol açar.
19. yüzyılın sonlarında yaşayan Isabel Archer’e (Nicole Kidman) yüklü bir miras kalır ve tek hayali dünyayı gezmek ve evlenmek olan Isabel’in etrafında dört dönen pek çok talibi vardır. Touchett (Martin Donovan), Isabel’in hasta kuzenidir ama satır aralarında ona olan ilgisi sezdirilir. Goodwood ise Touchett’in arkadaşı ve Isabel’in âşıklarındandır. Gilbert Osmond (John Malkovich) adlı yaşça kendisinden büyük ve varlıksız birinin aşkına inandırılan Isabel herkesi reddedip onunla evlenir, İtalya’ya taşınır. Zaman atlamalarıyla Floransa ve Roma’daki evlilik hayatına odaklanılan Isabel’in aradan geçen sürede neşesizleştiği adeta renginin solduğu, kendine gücenen halininse yerini Osmond’a bağlı, hatta yer yer ondan şiddet görmeyi kabullenmiş bir hale bıraktığı görülür. Osmond’un kızının evlilik yaşına geldiği ve Isabel’in nüfuzlu çevresinden yararlanarak onu iyi taliplerle evlendirmek istemesi, Isabel’in kadınsı gelgitleriyle bu evliliğe mani olması, sonunda kızın Osmond’un karısından değil sevgilisinden olduğunu öğrenmesi, bu gizli ilişkiyi öğrenince Isabel’in de kendini kandırılmış hissetmesi, Osmond’u terk edip İngiltere’ye dönmesi, ardından kuzen Goodwood’un mirasını sırf Isabel bir erkeğe bağımlı olmasın diye ona bağışladığını öğrenmesi neticesinde Googwood’la yakınlaşması ancak onun ölümü üzerine diğer talibiyle yakınlaşır gibi olurken filmin ucu açık bir şekilde sonlanması olay akışını oluşturur.
Fazlaca kişiden ve yan konudan oluşan bu filmde özellikle sona doğru çocuk ve miras meselesine dair öğrenilenlerin apar topar olması ve bunların karakterler üzerindeki etkilerinin derinlikli biçimde yansıtılamaması filmin zayıf noktalarını oluşturur. Kadının toplumla çatışarak olgunlaşması ve toplumsal beklentileri bir türlü içselleştirememesi,diğer Campion filmlerinde olduğu gibi bu filmde de temeldedir. Ancak mekânın zengin ayrıntılarla örülmesi, detaylardaki tutarlılık ve devamlılık başarısının izi bu filmde de sürülmekle beraber, bütüne bakıldığında Bir Kadının Portresi’nin tatmin edici ve kalıcı bir film olduğunu söylemek zor. Campion’un oyunu kuralına göre oynayıp Piyano’yla yakaladığı gişe başarısını yakalama refleksiyle çekilmiş olduğu düşünülen film, yönetmenin sinematografisindeki uğraşılmış ama olmamış sıfatını hak eden bir yapım.
Miras bırakan Goodwood değil, Touchett (Martin Donovan).